Günümüz toplumunda sektöre yönelik işyerlerinde günlük işlerini yürüten
grafik tasarımcılar sanırım kendilerine şu soruyu sormuşlardır.
- Grafik Tasarımcı ne işe yarar..?
sormayan kişiler olabileceği, soranların ise kendilerine sordukları bu
soruya şu ana kadar cevap bulamadıkları düşüncesiyle konuya bir
köşesinden de olsa yaklaşmaya ve ilgili soruya kendimce çözüm bulmaya
çalışayım.
- Grafik Tasarımcı günümüzde çok işe yarıyor olmasına karşın dün hiç bir işe yaramıyordu.
Neden..?
İnsan alet kullanmaya ve nedenleri sorgulamaya başladığı an insan olmaya
başlamıştır. Tarihsel süreçte insanı insan yapan en önemli etmen
milyonlarca yıldır süren yaşamının önemli aşamalarını sürekli birikimin
ve dönüşümün oluşturması ve dönüşüm süreçlerinde etkili olan,
tetikleyici olan herşeyin yine insanın kendi becerilerinin ürünü
olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. İnsan düşünür, insan yorumlar,
insan yeniden biçimlendirir. Her yeni biçimlendirme bir dönüşüme,
yeniden oluşuma ve bazı şeyleri yeniden oluşturmasına yol açar. *
İnsanlık tarihine günümüzden geriye doğru gidip baktığımızda grafik
tasarımın hangi aşamada ortaya çıktığına, öncesinde bunu engelleyen
sonrasında tetikleyen ve geliştiren gelişmelerin neler olduğuna
baktığımız zaman konuya daha anlamlı bir şekilde yaklaşmış oluruz.
Düşünün...
İlk çağlarda o dönemin insanlarının içerisinde bizim gibi sanatçıların
olduğunu, bu insanların mağara duvarlarına veya kayalara resimler
çizdiğini biliyoruz. Bu çizimlerin günümüze kadar geldiğini, bizlerin o
resimlere baktığında dönemin ilişki ve çelişkilerini anlamaya
çalıştığını varsayalım. Mağara duvarlarına çizilmiş resimler çoğunlukla
insanın doğa ile mücadelesi, savaşlar ve yaptığı dinsel törenlere
yöneliktir. Peki o döneme ait herhangi bir poster, bir broşür, bir ilan
veya bir ambalaj çalışmasını mağara duvarlarının bir yerinde göreniniz
var mı..? Ben görmedim belki siz görmüşsünüzdür. İsterseniz o döneme ait
resimleri bulup bir kez daha bakın. Bakın bakalım görebilecek
misiniz..?
Eğer göremediyseniz ya da bulamadıysanız üzülmeyin. O dönem bu tür
çalışmaların yapılmasının herhangi yaşamsal bir geçerliliğinin olmadığı
hatta olmasının anlamsız olacağının kesin olduğu bir dönemdir. İnsanlar
ürettiklerini birincil dereceden tüketime yönelik değerlendirme
düşüncesinde olmadıkları için bu tür bir düşünce ve yaklaşım biçiminin
de doğal olarak gerçekleşmesi mümkün değildir. Bir avın yakalanması
beslenmeye yönelik bir eylem olduğu ve hatta paranın bile olmadığı bir
dönemden söz ediyoruz. Değişimin takas yöntemine dayalı olması ve
üretilen ürün seçeneğinin çok sınırlı olması da bu noktada etkili
olmuştur. Genel amaç ihtiyaca dönük değişimden başka bir şey değildir.
İnceleyin...
Toplumun değişim sancıları yaşadığı, insanın tarımsal üretime geçişi,
yabani hayvanları evcilleştirip çoğalmalarını denetlediği, yaşamını
sürdürmesi için kendisine gerekli olan hayvansal ve tarımsal ürünlerin
nispi olarak artması ve kenara artık ürünün depolanır hale gelmesi en
önemlisi de ürün seçeneğinin bir miktar artması değişimde takas
yönteminin artık çözüm olmayacağının anlaşılması hatta içerisinden
çıkılamaz noktaya gelmesiyle birlikte Anadolu'da yaşayan Lidyalılar bu
soruna çözüm bulmak adına önemli bir adım atmışlardır. İlk madeni para
Anadolu'da yaşamış şehir devletlerinin en önemlilerinden birisi olan
Lidyalılara aittir. Değişimin o tarihten sonra artık daha sistematik
olmaya başlayacağının ilk sinyallerinin alındığı dönemde günümüz reklam -
tanıtım unsurlarına gerek duyuluyor muydu..? Sanmıyorum. Hatta sanmanın
da önüne geçebiliyorum. Şehir devletlerinde o dönem ticaretle uğraşan
esnafın duvarına astığı " Kasap " veya " Nalbant "
tabelalarını veya kendisini tüccar sanan bir kişinin dükkanının önünde
bağırttığı çığırtkanı eğer reklamdan sayarsak adına reklam ya da tanıtım
malzemeleri denen unsurların ne olduğundan bir haber durumdayız
demektir. *
Araştırın...
Avrupada ve Asyada şehir devletlerinin yerini imparatorluklara bıraktığı
ve bu devlet yapılarının üretim tarzının toprağa bağlı olması ve elde
edilen yaşamsal kaynakların görece bollaşması ve çeşitliliğine karşın
yine de günümüzdeki anlamıyla sistematik reklam ve tanıtım unsurlarına
rastlayamıyoruz. Klise duvarlarına yapılan resimler, şehir merkezlerine
dikilen heykeller ve sanatsal yapıların olması veya dini mabetleri
reklam tanıtım unsuru olarak tanımlayamayız. Din yaşamsal bir zorunluluk
olgusu olarak topluma hakim olmasına karşın özünde reklam - tanıtım
unsuru içermez. Hatta bu anlamda yapılan her tür etkileme ve yönlendirme
unsuru bile reklama girmez. O dönemde yapılanların bu kapsama girmiyor
olması toplumun reklam - tanıtım düşüncesine hazır olmaması anlamına mı
gelir..? Elbette değil. Bununla birlikte Avrupa'da matbaanın ortaya
çıktığı 1450 yılından sonra basılı reklam - tanıtım materyallerinin
yolunun da açıldığı gerçeğini gözden kaçırmamalıyız. Bu anlamda basit
bir örnek verebiliriz.*
İngiltere'de bir matbaacı bastığı William Caxlon'un rahiplere yönelik " The Pyes Of Salisbury Use
" isimli kitabını satmakta zorlanınca Londra'da bir kilisenin kapısına
tarihteki ilk posteri basarak asmıştır. Bu ilk poster bir din kitabının
tanıtım posteridir. Bu anlamda bir ilk olmasına karşın bugünkü anlamda
algıladığımız sistematik bir reklam tanıtım unsuru kapsamına girmez.
Zorunluluktan kaynaklanan kendiliğindenci bir hareket olarak algılamak
sanırım daha yerinde olur.
İmparotorlukların ulus devletlere, tarımsal üretimin sanayi üretimine dönüştüğü Avrupa'da benzer üretim alanlarında benzer ürünlerin ortaya çıkmasıyla birlikte pazara sunulan ürünlerin birinin diğerinden üstünlüğünün ortaya çıkartılması ve pazarda aynı ürün yelpazesi içerisinden bazılarının öne çıkartılması ve satışının artırılmasına yönelik olarak reklam ve tanıtım unsurlarının sistematik olarak ortaya çıkmasına yol açtı. Amaç benzer ürünlerin, benzer özelliklerinin sanki birbirlerinden üstün ve benzersiz olduklarına yönelik tanımlama ve yönlendirici satış desteği sağlayıcı bir bakış açısının ortaya çıkartılması ve üretimi gerçekleşen ürünün benzerlerinden daha çok satılmasının sağlanması çalışmasıdır.
O tarihten başlayarak artık her üretilen ürün sistematik reklam - tanıtım unsurlardan payını alacaktır. Artık çeşitlilik artmış hatta tarihte görülmeyecek kadar çeşitliliğe ve karmaşıklığa ulaşılmanın yolu açılmıştır. Aynı takım elbiseyi üreten yüzlerce firma, aynı peyniri üreten tonlarca fabrika açılmıştır. Hayvansal gıdaların çeşitliliği onlarca süt markasının ortaya çıkması ve bunların sonuçta aynı temele dayalı olması düşüncesinin tüketicinin beyninden silinmesine yol açmıştır.
Peynir sütten üretilir, süt ise inekten... Peki o zaman temel üretici aslında inektir diye düşünebilir miyiz? Hayır. Temel üretici artık inek değil fabrikadır. Üretici fabrika inekten sütü, sütten de peyniri ortaya çıkartan üretim tezgahıdır. Üretimde uzmanlaşmanın ortaya çıkması ve her geçen gün yaşamın diğer alanlarında da kendisini hissettirmesi aslında birkaç bin yıl önce ortaya malını satmaya çalışan tüccarın tuttuğu ve çarşıda, pazarda bağırttığı çığırtkan ile mevcut malı tüketme amaçlı ortaya çıkartılan ilkel reklamcılık anlayışının yerini sistematik ve kendisini sürekli yenileyen sistemle entegre olmuş kapitalist üreticinin pazara sunacağı ürünü allayıp pullayıp tüketicinin gözünün ve belleğinin içerisine sokan ve bunu bir anlamda da grafik tasarımcıya yaptıran bir anlayış ortaya çıkması sağlanmıştır. Tüketim toplumu oluşturma amacının ilk nüveleri...
Burada grafik tasarımcı asıl amaca alet olmanın ötesinde kendisini sanatsal bir etkinliğin içerisinde hisseden bir ruh haliyle olaya yaklaşan ve bu asil amaç için neredeyse gündüzünü gecesine katan, ortaya çıkarttığı çalışmaların beğenilmesi için paralayan bir noktaya getirildiğinin ise ne yazık ki farkında bile olamamaktadır. Genel amaca yani üretilen her tür malın tüketiminin, daha çok tüketilmesinin hatta sonuna dibine kadar tüketilmesinin sağlanmasına hizmet etmenin ötesinde herhangi bir işe yaramayan grafik tasarımcı kendisini üretim / tüketim zinciri içerisinde önemli bir kişilik gibi görmenin ötesinde bu anlamda kendisine ödenmesi gereken emeğinin karşılığı hak ettiği ücreti bile alamamaktadır. Ortada şamar oğlanı modunda sinirsel gerilmeler, ruhsal gelgitler yaşayan ve hazırladığı her tasarımın sonrasındaki sunumlarda birincil dereceden stres ve sorumluluk altına sokulan grafik tasarımcılar tavşanın suyunun suyu örneğinde olduğu üzere harcadıkların eforun ve emek gücünün karşılığına denk düşen bir gelir düzeyine layık görülmektedirler.*
Tüm bunların ötesinde isterseniz gelin konuya bir başka açıdan bakalım...
Üretilen ürün yelpazesini oluşturan ürünlerin her bir kaleminin 1 tip olarak üretime sunulduğunu düşünelim. Ambalajın üzerinde firma isminin olmadığı, ürün markasının yer almadığı, yapay ve gereksiz çeşitliliğin yer almadığı bir durumu düşünelim. Üretilen her ürün yalnız bilinen temel karşılıkları ile adlandırılsın ve ambalajının üzerinde bunlar yer alsın.
- Süt
- Peynir
- Kağıt Mendil
- Traş Bıçağı
- Margarin
- Televizyon
- Otomobil
- Bilgisayar
- Çamaşır Makinası
Grafik tasarımcı üretilen ürünlerin marka çeşitliliğinin ortaya çıkması ve bu markaların birbirleriyle pazarda rekabet etmelerinin sonucunda ihtiyaç duyulan görsel tanıtım malzemelerinin tüketiciyi yönlendirmek ve en önemlisi de tanıtımı yapılacak marka ve ürünün pazarda daha çok aranmasını ve tüketilmesini sağlamak düşüncesinin ortaya çıktığı an devreye girer. Bu anlamda grafik tasarımcı aslında tüketimi körükleyen ve pazarı yönlendiren marka bilincinin oluşmasını ve pazar payının artırılmasını birincil dereceden sağlayan gözardı edilemeyecek derecede önemli bir unsurdur. Şimdi buradan nereye gelmek istiyoruz bu önemli. Varlığına bu kadar ihtiyaç duyulan ve adına grafik tasarımcı denen bizler sektörde bu güne kadar yeterli derecede değere hak görülmüş bir duruma hiç bir zaman gelemedik. Üretim - tüketim zinciri içerisinde önemli bir halkayı oluşturan biz grafik tasarımcılar pazarda satılan maydanoz, limon konumunda olmayı sektörün bir gereği gibi algılanma durumunu kabullendik.
Grafik tasarımcıların sektördeki öneminin algılanması, üretim - tüketim zinciri içerisindeki yerinin kavranabilmesi, fabrikalarda üretilen her tür markanın kimliğinin yaratılmasında önemli bir unsur olduğunun düşünülmesi ve herşeyden önce bizlere gereken değerin verilmesi gelinen bu noktada sepet içerisinde cami avlusuna bırakılan zırlayan bebek konumundan sıyrılıp hakkını arayan bilinçli bir yetişkin noktasına gelinmesi yine bizlerin çabaları ile mümkün olacaktır. Hiç bir hakkın bir başkası tarafından bizlere altın tepside sunulmayacağı düşünüldüğünde biz grafik tasarımcıların fikir ve sanat eserlerine gereken değerin verilmesi, harcadığımız kafa emeğinin bizler için gerekli olan parasal karşılığının ödeniyor olması, yaşanan her ekonomik krizde sanki o krizin baş sorumlusu bizlermişiz gibi kapıya ilk konanların bizler olmaması aklı başında olan her akıllı işverenin birincil derecede düşünmesi gereken nokta olması gerekirsen ne yazık ki yaşadığımız bu yılda bile hala yeterince doğru algılanamamıştır.
Biz grafik tasarımcılar kendi sanatsal ve özlük haklarımızı elde edebilmemiz için bize gerekli olan birlik ve dayanışma ruhunu yaratabileceğimiz gerçek anlamda haklarımızı savunacak, yeri geldiğinde adımıza mücadele verecek, yeri geldiğinde de bizlere yol gösterecek kurumların oluşumunu bir an önce gerçekleştirmeliyiz. Geçen zamanın ve kaybedilen yılların bize geri dönüşü beklentilerimizin ötesinde oldukça zor ve zahmetli olacaktır. Kaybettiklerimizin yanında kazandığımızı sandıklarımızla kumda kürek çektiğimiz kayığın engin denizlerde gittiğini sanmanın kendimizi avutmaktan ibaret olduğunu anladığımızda başımızı dövmemizin bize hiç bir getirisi olmayacaktır. Gün gelip üzerinde sadece " SÜT " yazan kutuyu gördüğümüzde;
- Ulan ben işin bu noktaya geleceğini ekmek çarpsın biliyordum...
demenin ne bize ne de herhangi bir meslektaşımıza yararı olmayacaktır.
Saygılar...