21- Güneye Giderken... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21- Güneye Giderken... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2021 Çarşamba

Güneye Giderken...

    Geçen yıl bir türlü gidemediğimiz tatili bu yıl gerçekleştirme kararını kendi aramızda aldığımızda içimizi mutlu bir heyecan sardı. Eee dile kolay bir yıl sürekli çalışıp koşturduktan sonra bizim de tatil yapmak hakkımız diye düşünmedim desem yalan söylemiş olurum.

Tatile gidilecek tamam da ilgili tatilin havasına girmenin bir de hazırlık süreci var. Efendim tatil giysilerini almaktan tutun da tatilde yapılacak aktiviteler için uygun malzemelerin satın alımına kadar bir ton iş. Haftalar öncesinden başlayan Cumartesi, Pazar koşturmalarında gördüğüm en ilginç durum insanın içerisinde bulunduğu sosyal durumun düşüncelerini ne şekilde etkilediğinin yaşama olan yansımasıydı.
 

Gidilecek yerde masa tenisi ve tenis kortunun olması bu etkinlikten yararlanmak için edinilecek malzemelerin temini gibi sorunlar önümüzde bilmece gibi duruyordu. Tenis raketi alacaksınız, tenis topu alacaksınız, masa tenisi raketinin ardiyede hala sağlam bir şekilde durup durmadığını kontrol edeceksiniz;

- Yahu nerede benim bu masa tenisi raketi ve topları..?
- Ne bileyim ben. Sen kaldırdın sen biliyorsun...
- Ohooo üzerinden 1 yıl geçmiş nereden bileyim nereye kaldırdığımı. Yahu ben bu evde ne zaman aradığımı aradığım yerde bulucam..?
- ..!

    Aile içerisinde bu tür hoş sohbetlerin bu ve buna benzer durumlarda yaşandığını düşündüğümüzde sanırım bu tür konuşmaların hemen her ailede olduğu gerçeğinden hareketle etrafın araştırılması, mayoların kontrolü, yok olmadı yenilerinin alınması için listenin hazırlanması, listeye hesapta olmayan yeni alımların eklenmesi,

- Baba ben de mayo istiyorum...

    sözleri ve malum alışveriş listesinin kabarması...

    Tatile gitmek bu anlamda epey bir ön hazırlık ve yorucu koşturma gerektiriyor. Aklı başında olanlara önermem. Söylemedi demeyin... Şaka bir yana iki yıl önce gittiğimiz kamptan epey memnun kalmıştık. Bu yıl da aynı yere gidecek olmamız bizi oldukça memnun etti.

- Bu tenis raketinin fiyatı nedir..? Neee..? Ben bu fiyata araba alırım bee...

    Efendim bilmemne marka tenis raketiymiş de yok bu raketle bilmem kim falanca açık tenis turnuvasında şampiyon olmuş da estek köstek... Kalsın kardeşim almam, şampiyon da olmam. Neredeyse tatil parasına tenis raketi ve giysileri. Bir de ayakkabısı var bu meretin. Tabanı özelmiş. Her tarafı özel olsa ne olur kardeşim giyeceğimiz önünde sonunda toplam bir haftada kaç kez..? Kalsın ben o paraya kamp ücretini öderim yediklerim de yanına kalır.

    Lüksümüz yok, ihtiyacımız çok sloganından hareketle bir kaç tekstil ürünüyle tatil öncesi alışverişi bağladıktan sonra sıra yola koyulmaya gelmişti. Sağolsun bacanağın kampından yararlanmak bize oldukça yararlı olacak.

- Aslan bacanak...

    Hep birlikte sabah erkenden yola koyulduk. Önümüzde 4 saat yolumuz var. Öğlen sıcağını kalıp bir de arabanın içerisinde kavrulmak var. Gerçi klima var ama yine de sıcak zaman geliyor klima falan dinlemiyor.

    Ne zaman tatile çıksam aklıma hemen Bulutsuzluk Özlemi grubunun bir parçası gelir. " Güneye giderken " Grubun solisti Nejat Yavaşoğulları bir tatil yolculuğu sırasında gördüklerini müzik parçası yapmış, oldukça da güzel olmuş.

...Küçük bir çocuk yeni uyanmış gözleri mahmur,
Muavin de çocuktu ama uykusuzdu,
Bağarırken soldan güneş yükseliyordu,
Güneye giderken.
Bağarırken soldan güneş yükseliyordu,
Güneye giderken...


    Aslında biz o kadar güneye gitmedik onun için soldan yükselen güneşi yola çıktığımızda neredeyse tepemizde bulduk. Otobüsle gitmediğimiz için de muavinle karşılaşmadık. Otomobille yolculuk işte böyle tuhaf bir olgu. Ne şöför var ne de muavin. Durum böyle olunca da yukardaki gibi bir parçayı hiç bir zaman yapamayız. Adam otobüse binmiş görmüş, sözünü yazmış, güftesini yapmış sonra da çıkmış söylemiş. Biz ne yapmışız Enez'in yolunu 4 saat boyunca kliması sonuna kadar açık bir otomobilin içerisinde gitmişiz. Vah benim talihsiz başım.

    Hayıflanmayı bir kenara itersek aslında hoş bir yolculuk sonrası kampın kapısından içeri girdiğimizde bambaşka bir ortama geldiğimizi hemen hissettik. Havası bile başka kardeşim. Eee ne de olsa akademik bir ortama girdik. Her taraftan hoca fışkırıyor. En tazesi Doçent ya da Doktor. Boru değil adamlar resmen hoca. Rezervasyonumuz kışın ortasında yapıldı ve kaparosu da yatırıldığı için yer bulamama;

- Efendim sizi tesisimizde ağırlamak isterdik amma ve lakin bir tek boş odamız dahi yok. Allah sizi inandırsın ben bile bahçedeki dut ağacının altında yatıyorum...


    gibi abuk subuk sözleri duyma şansımız da ne yazık ki yok. Yerimiz ayrılmış, rezervasyonumuz yapılmış bir şekilde ilgili ünitenin anahtarlarını alıp doğru klimalı ünitemizin yolunu tuttuk. Dışarıdaki sıcağı yüzümüzde hissetmemizin ardından çalıştırdığımız klimanın yaydığı serin hava bizi hemen rahatlattı. Saate baktığımızda öğlen yemeğinin geldiğini farkettik.

    Yemek saati 13:00-14:00 arası. Adı üstünde kamp. Herşey saatle...

    Amerika'da altına hücum eden insanlar gibi bir anda kendimizi kampın restaurant bölümüne hücum ederken bulduk. Birbirinden güzel ve lezzetli açık büfe yemekler.

Yaşasın tatil... 

Yemekten sonra akşam üzeri deniz, kum ve güneşin tadını çıkartmaya sıra geldiğini hissettiğimizde tatil öncesi alışverişimizde edindiğimiz cicilerimizle plajda hava atma zamanının da geldiğini içimizden bir sesin bize duyurduğunu söylememe sanırım gerek yok. Altın sarısı kumların üzerinde podyumdaki mankenler gibi yürüyerek şezlonglarımızı seçtik ve sonra fışır fışır dalgaların sahile vurduğu denizin keyfini çıkarttık.

İşte tatil bu... 

Aradan geçen birkaç gün içerisinde bir şey dikkatimi çekti. Deniz, kum, güneş, enfes yemekler, hocalarla yaptığımız hoş akademik sohbetler ammaaa bir şey eksik. Evet evet önemli bir şey eksik. Önce sağa döndüm, sonra sola baktım, tepedeki güneşi süzdüm, yerdeki kumu inceledim kesinlikle bir şey eksik. En sonunda buldum.

- Caanım Macintosh bilgisayarımı özlemiştim.


    Tuhaf fakat gerçek. Bilgisayarımı özlemiştim. Bu arada bu özlemi biraz da olsa gidermek için kampın kafeteryasında elime geçirdiğim bir bilgisayarla girdiğim sitelerdeki son durumları incelerken bu özlemim en az bir kat daha arttı.

    Yok kardeşim Pc denen ucubeyle bu iş olmuyor. Klavyesi bilmem ne, kendisi bilmem ne. Yok Q klavye ile yazmak şöyleymiş te Pc kullanmak böyleymiş. Siz gelin de onu benim küllahıma anlatın bile demedim. Sadece " Peeehhh " dediğimi hatırlıyorum. Tatilde birinci dereceden özlediğim en önemli şey Macintosh bilgisayarım. Alınmayın canım sizleri de özledim. Suratlar buruşmasın hemen. Konu bilgisayar ya o bakımdan söylüyorum bilgisayarımı özlediğimi. Şaka bir yana gerçekten Macintosh bilgisayar kullanmak bir ayrıcalık. Tatilde bunu bir kez daha anladım.

    Nasıl ki grafik tasarımcı olmak bir yaşam biçimi ise, Mac kullanmak da neredeyse bu yaşamın önemli bir parçası. Hani kokusunu özledim desem yeridir. Bu arada laf aramızda bulunduğum yerde Macintosh bilgisayarın epey reklamını da yaptım. Eh artık birileri bana önümüzdeki dönem artacak olan satışlardan pay verir mi bilemem amma akademik çevreye yaptığım tanıtımlar umarım meyvesini verir.

    Yedik, içtik, güneşlendik, yüzdük ve 1 haftalık tatilin sonuna geldik. Bu Nejat Yavaşoğulları acayip bir adam kardeşim. Her durum için bir parça yazmış. Ne diyordu bir başka parçasında;

... Yine düştük yollara, yollara, yollara.
Yine aştık dağları, dağları, dağları.
Ayağım gaz pedalında ardımda fırtına.
Dönülmez ufuklarda yollardayım...


    Evet yine yollardaydık. Ama bu sefer dönüş yolunda. Bundan sonra 1 hafta tatile çıkarsam ne olayım. Önüm arkam derken bir de bakıyorsunuz tatil bitmiş. El elde baş başta kös kös geri dönüyorsunuz. Gitmek güzel de dönmek zor geliyor insana. Allahtan bilgisayarıma kavuşmanın heyecanı içimi kaplıyor da dönüşün hüznünü biraz da olsa atlatıyorum. Tatile çıkmak güzel bir şey. Dinlenmek, gönlünce hareket etmek, yeni doğmuş ceylan yavrusu gibi hoplayıp zıplayıp bir sonraki dönem için enerji depolamak.

    Yine geldik şehri İstanbul'a. Yedi tepeli şehrimin neşesini, hüznünü, acısını, sevincini ve dahi her şeyini birebir yaşamak ve paylaşmak için...

    Yaşam işte bu kadar gerçek. Yaşam bu kadar neşeli ve bir o kadar da acımasız. Bir yandan hüzünlenip kederlenirken bir yandan neşelenmenin içinizi kapladığı ve düşmana inat bir gün daha fazla yaşamak düşüncesinin tüm benliğinizi sardığı bir yaşamın orta yerine... İstanbul'a.

    Saygılar...